“Sen almayı bilmiyorsun!” Bu cümle yüzüme tokat gibi çarptığında anladım, almak ve vermek diye bir şey olduğunu. Evet ben almayı bilmiyorum hatta verileni bile almıyorum. Doğru bir şey yaptığımı düşünmüyorum evet ama alma verme dengesinde bir şey istememe, almama konusunu kendimce abartmış olabilirim. Bana göre bir şey alınacaksa hak edilerek alınmalı. Bu defa belki biraz kafanızı karıştıracağım ama bahsettiğim “almak” sizin için çalışan insanlardan almak.
Sizin için çalışan insanlardan “almak” nedir? Kimi zaman süreç gereği “alma” fiili oluşur yani ast, üste bir çalışmasının sonucunu verir ki bu oldukça normal bir durum olarak algılanabilir (mi?). Kimi zaman üst astın başarısını kendi başarısı gibi gösterir bu durum da normal (mi?) dir. Kimi zaman astın emeklerinin övüldüğü bir yerde üstün söze girerek o emekler sonucu uzun uzun konuşarak sonunda başarıyı sahiplenmesi de doğal (mı?) dır.
Yapı gereği elbette birileri bazı şeylerin detayını çalışacak bazıları da onları toparlayarak kendi üstlerine aktaracaktır. Mevcut yapıya göre bundan daha doğal başka bir şey yoktur. Ancak işin içine insanlar yani egolar, beklentiler, hayaller, hedefler ve hırslar girdiği zaman bu doğal ortam sert kanunların geçerli olduğu bir ormana dönüşür. İnsanı hayvandan ayıran temel özellikler bir yana, hala ormanda yaşayan insan genlerinin baskın olduğu insanlar başka bir yana.
İşte bu yazı; ormanda uzun yıllar hayvanlarla yaşamış atalarının gen özelliğini gösteren insanlara karşı evrimleşmiş, beynini kullanmayı öğrenmiş, hak, hukuk, adalet kavramlarını sindirmiş, vicdanlı insanların yazısıdır.
Sevgili yöneticim yazının sonunda senden bir şey rica edeceğim. Verdiğim örneklerle sınırlı kalmadan kendi notunu vermeni ve değiştirmen gereken bir şeylerin farkına varırsan onları değiştirmek için çabalamanı çok isterim. Zira insanlar alıcı ya da verici olabilirler ama kimse aptal değil ve herkes kimin ne olduğunu gayet iyi biliyor ve görüyor. Başkalarını kandırmaya çalışan insan (herkesin her şeyi gördüğü yerde) kendini kandırıyor demektir.
Sevgili yöneticim, önemli bir proje tamamlandı. Proje boyunca çok katkınız olmadı. Birkaç toplantıda size anlatılanları dinlediniz o kadar. Proje tamamlandı, sonuçlar çok iyi, tepe yönetim hevesle proje sonuçlarına eğildi. Üstleriniz ilgilendiği için doğal olarak proje sizin de ilginizi çekti. Çalışanlarınızla bir toplantı yaptınız, projeyi yapanları ilk defa dikkatle dinlediniz (malum, soru falan gelir bir yerlerde size, bilmeniz de gerekiyor). Buraya kadar olabilir böyle şeyler, bazen sürpriz at kazanır. Bir anda aklınıza projeyi tepe yönetime sunmak geldi. Öyle ya bu kadar önemli bir proje sunulmayı hak etmiyor mu? Elbette ediyor. Ekip bunun sunumunu hazırlamasın mı? Hazırlasın elbette. E tabi şekil takıntınız olduğu için sunumu da üç beş kere revize ettirmeyin mi? Ettirin tabi canım, şanınız yeter. Mis gibi bir sunum oldu, olmasına oldu da sunumu kim yapacak? Elbette siz. Siz yapmasına yapacaksınız da şimdi kalabalık bir ekip gidilir mi koca tepe yönetime? Gidilmez. Nasıl gidilir? Sade, az, çok az hatta mümkünse bir kişi yeter. O biricik kişi de elbette siz olacaksınız sevgili yöneticim. Başka kim olacaktı? Ekip ne der buna? Ne diyecek canım? Onlar zaten havalara uçuyor projemiz beğenildi diye.
Gittiniz anlattınız. Şahane, çok müthiş çıktılar var, böyle bir proje de şirkete lazımdı doğrusu. Doğrusu demişken, ekibi andınız mı hiç sevgili yöneticim? Mesela size de yedek olabilecek bir arkadaş var projede, onun adını geçirdiniz mi? Sahi burada aklıma masum bir soru geldi: Ekibinizde yedeğiniz olabilecek birisi var mı? Belirlediniz mi? Bunu insan kaynakları departmanınızla paylaştınız mı? Ne saçma sorular bunlar böyle, nereden de aklıma geldiyse.
Konu dağılmasın, ekip diyorduk. Adlarını geçirdiniz mi? Kutlama için davet etmek istediğinizden bahsettiniz mi mesela? Bir yemek ayarlamayı düşündünüz mü? Nasıl yani? Ekip aç değil tabi canım, açı doyurmak için değil zaten kutlama yemeğinden bahsediyorum. Ekip de sizden en azından bir yemek bekler ama karınları aç olduğundan değil ruhlarını doyurmak için. Başardık hissini yaşamak için. Fakat toplantınız ve sunumunuz iyi geçti. Artık üst yönetim sizi her yerde bu proje ile birlikte anacak, tebrikler sevgili yöneticim tebrikler…
Hadi ekip olmasın, belki çok kalabalıktılar, belki bütçe yok, belki de bir kişinin çok ön plana çıktığı bir işten bahsediyoruz. Size de (yarın koltuğunuzdan kalksanız) rahatlıkla yedek olabilir. Bu arkadaş da iyi niyetli gerçekten, size saygılı, işine saygılı, tek düşüncesi bir şeyler başarmak, fayda sağlamak ve genel olarak nitelikleri de sizin oturduğunuz koltuk için uygun. Buyrunuz sevgili yöneticim, tartıya çıkma zamanı, göğsünüzü gere gere bu arkadaşı tepe yönetime sunum yapmaya (o sizden istemeden), onu tanıtmaya, onun olmadığı ortamlarda onu övmeye ve sizin de yedeğiniz olduğunu söylemeye var mısınız? Hadi biraz biberleyelim (bir çizgi film vardı topu hızlı göndermeden önce biberleyelim diyordu oyuncular)! Sizin de üst yönetimle aranız biraz limoni, sizinle yollar ayrılabilir hissediyorsunuz, astınızı över misiniz hala? Hadi biraz daha biberleyelim, tepe yönetim bu iyi niyetli arkadaşınızı tanıyor ve beğeniyor da hatta ilk fırsatta terfi ettirmeyi düşünüyorlar. Bu fırsatı onların eline verir misiniz? Çok acı oldu galiba biberi fazla kaçırdık değil mi sevgili yöneticim.
Türk yöneticiler sahneyi hiç sevmez ama diyelim sahneye mecburen çıktınız (nedense Türkiye’de çoğu yönetici sahneyi çok sevmediğinden bahseder ama nedense bir sahne olmaya görsün bu arkadaşlar en çok sahne alan ve sahne aldıklarında sahneden inmeyen ilk sıradaki arkadaşlardır) bu projeden bahsediyorsunuz ortamda sizden daha üstte başka da yönetici yok. Bu durumda ne yaparsınız sevgili yöneticim? Seçenekleriniz şöyle; a) Sahne almam hakkım değil, b) Sahneyi sadece açılış yapmak için alır tüm sözü asıl emeği geçen arkadaşlara bırakırım, c) Sahne alırım biraz projeden bahsederim sonra sözü emeği geçenlere bırakırım, d) Proje benim sahip olduğum, hüküm sürdüğüm departmanda yapıldı, sahneyi aslanlar gibi alırım, projeyi bildiğim kadarı ile anlatırım, ekibe şöyle bir değinirim, e) Saçmalama, projeyi ben yaptım, kendime ve sadece kendime, geçmişime değinirim, hayallerimden ve ekibin bu hayallere ne kadar uzak olduğundan bahsederim, ekipten beklentilerimi deklare ederim. Kapanış ve sessizce dağılış…
“Sen almayı bilmiyorsun!” şimdi bu söz bana ödül gibi geliyor sevgili okurum. Zira yukarıdaki örneklerde olduğu gibi almaktansa, almayı bilmemek bana daha doğru gelir. Çok yönetici gördüm; kimisi elini işin içine sokuyor, kimisi o işle yaşıyor, kimisi emeğini esirgemiyor, ekibin gerçekten bir parçası (özde ama sözde değil) olarak çalışıyor, emek harcıyor, kimisi çok detaya girmeden kritik noktalarda kritik dokunuşlar yapıyor, kimisi hiç ilgilenmiyor, kimisinin yapılan işlerden haberi bile olmuyor, kimisi ekipten kopmuş başka bir dünyada yaşıyor, kimisi yönetici değil yöneti-cici hasılı çok yönetici gördüm. Fakat haklıdır üstadım! Her kim ki üst düzey yönetici, o vakit çoğunlukla “alıyor”.
Şimdi, sevgili yöneticim seçim senin (samimiyetle seçim senin), cevabını da kimseye söylemek zorunda değilsin. Gerçekten sen hangisisin?

