Kümeler ağı: Sosyal medya çağında mahremiyet, siyasilerin yeni oyuncağı

Sosyal medya platformlarının öncülük ettiği sayısal dönüşüm ya da devrim, mahremiyet anlayışımızı geri dönülmez bir şekilde değiştirdi. Artık basit, içine dönük, dışarı kapalı bireysel bir durum olmaktan çıkan ağ bağlantılı çağda mahremiyet, karmaşık ve hararetle tartışılan siyasi bir mesele haline geldi. Özellikle GAFAM benzeri platformların desteklediği veri odaklı sistemlerin temel mimarisi, mahremiyet anlayışımızı yeniden şekillendiriyor. Önümüze çıkmış ve çıkacak engellerin ve fırsatların kimlere hangi olanakları getirdiğini/getirecegini anlamak, yeni bir siyasi bakış açısı da getiriyor. 

Helen Nissenbaum’un “Bağlamsal Bütünlük Teorisi”

Siyasileri yönlendiren iş dünyasının yeni kavramlarla oluşturduğu rüzgarların ardından mülksüzler açık denizlerde boraya mı yoksa sütliman denizlere mi çekilecegi de merak konusu. Helen Nissenbaum’un Bağlamsal Bütünlük (BB) teorisi, bu değişimi anlamak için çok farklı bir çerçeve sunuyor. BB, gizliliğin temelde belirli sosyal bağlamlar içindeki bilginin uygun akışı ile ilgili olduğunu savunuyor. Ona göre doktor-hasta ilişkisinden çevrimiçi alışverişe kadar her bağlantı, oyuncuların/paydaşların kimler olduğunu, hangi bilgilerin paylaşıldığını ve nasıl iletildiğini tanımlayan bağlama özgü bilgilendirici normlar altında işler.

BB’ye göre bir mahremiyet ihlali, bilginin gizli olmaması veya görünüşte rıza verilmiş olması durumunda bile, bu normların meşru bir gerekçe olmaksızın bozulmasıyla meydana gelir. Teori, bir bağlam kapsamında toplanan verilerin başka bir bağlamda kullanımı için yeniden biçimlendirilmesinin genellikle sosyal medyanın mimari yapısı nedeniyle kolaylaştığını, bunun da önemli bir mahremiyet beklentisi ve toplumsal norm ihlali teşkil edebileceğini vurguluyor. Etkileşim, veri toplama, bilgi üretmek için tasarlanan sosyal medya platformları, genellikle “varsayılan olarak herkese açık, istisna olarak özel” modeli üzerinde çalışıyor. Algoritmalar siteden siteye geçişlerimizi düzenlerken, davranışımızı da inceden inceye bir şekilde etkiler ve ortamın müdavimlerini özgün reklam bombardımanına tutar. Bu sürekli gözetim, kamusal ve özel arasındaki çizgileri bulanıklaştırarak kişisel verileri değerli bir metaya dönüştürür. Genellikle farkında olmadan veya karmaşık ve uzun hizmet şartları aracılığıyla paylaşılan muazzam miktardaki veri, siyasi kampanyalardan kredi skorlarına, vize işlemlerine kadar hayatımızı etkileyen yapay zeka sistemlerini, sınırlı şeffaflık ve hesap verebilirlik ile besler.

Bu devasa verinin okyanusun öte yakasındaki ve dağların ardındaki birkaç güçlü teknoloji şirketinin elinde toplanması, önemli bir güç asimetrisi oluşturuyor. Bu kuruluşların bireysel ve kolektif davranışlar hakkında benzeri görülmemiş tahmin algoritmaları kullanarak manipülasyon ve mevcut toplumsal eşitsizliklerin daha da pekiştirilebileceği düşünülüyor. Kamu yararına çalışması gereken düzenleyici organizmaların ve tutarlı uygulama mekanizmalarının zayıflığı veya eksikliği, bu şirketlerin önemli bir özerklikle çalışmasına izin veriyor ve genellikle kâr güdülerini kullanıcılarının temel mahremiyet haklarının önüne koyuyor. Para ve güç sevgisinin yıllardır nelere kadir olduğunu farklı biçimlerde gördük. Bu güç dengesizliği, daha adil bir veri yönetimi sağlamak ve demokratik değerleri korumak için siyasi müdahale gerektiriyor olsa da günümüz dünyasında ‘adil düzen’ yaşatılmadığından bu düşünce sadece makalelerde kalacak gibi duruyor.

Mahremiyetin ekonomi politiği

Bugüne kadar ABD’deki kimi davalar ağ bağlantılı mahremiyetin siyasi doğasını vurguluyor ki takip eden satırlarda birkaç örnek mevcut. FTC ve Facebook/Meta (Cambridge Analytica Skandalı), sosyal medyadan toplanan kişisel verilerin siyasi seçimleri etkilemek için kötüye kullanılma potansiyelini ortaya koymuştu. 5 milyar dolarlık para cezası ve zorunlu değişiklikler, teknoloji devlerini veri uygulamalarından ve demokratik süreçler üzerindeki etkilerinden sorumlu tutmanın siyasi zorunluluğunu vurguladıysa da benzer şekilde Smith ve Facebook (Sağlık Verisi Takibi) davası, bu platformların yaygın izleme yeteneklerini ve açık rıza olmadan hassas sağlık bilgilerini toplama potansiyelini ortaya koyarak, bireyin korunması ve veri toplamanın etik sınırları hakkında kritik soruları gündeme getirmişti.

ABD ve Meregildo davasında görüldüğü gibi, sosyal medya verilerinin yasal bağlamlarda kullanılması, mahremiyet ayarlarıyla bile çevrimiçi faaliyetlerin elle tutulur yasal ve siyasi sonuçları olabileceğini gösterdi. Mahremiyetin değişen ve gelişen yasal yorumları, bu dijital çağda bireylerin çevrimiçi iletişimlerine başka gözlerin potansiyel erişimi ve kullanımı konusunda bilinçli olmaları gerektiğini söylüyor. Geçmişin “Buyer Beware” (Müşteri Dikkatli Olsun) sloganı ile çalışan marketi artık “Surfer Beware” (Kullanıcı Dikkatli Olsun) mottosu ile işliyor ki ağlar üzerinden giden sayı, yazı, ses, görüntü aleyhinize delil olarak kullanılabilir, sizi ya da çevrenizdekileri kandırmak için kullanılabilir.

ABD eyaletlerinin sosyal medya içerik denetimini düzenleme girişimleri konusundaki çalışmaları sırasında görülen NetChoice ve Moody/Paxton davası, ağ bağlantılı mahremiyetin siyasi boyutuna bir başka örnek. Bu davalar, platform özerkliği, ifade özgürlüğü ilkeleri ve hükümetin çevrimiçi bilgi ortamını şekillendirmedeki rolü arasındaki gerilimi gösteriyor. Mahkemelerin, büyük ölçüde platform haklarını destekleyen kararları, bu şirketlerin kamu söylemini şekillendirmede önemli bir siyasi güce sahip olduğunu da gösteriyor.

Platform özgürlüğü mü, kamusal alanın kırılması mı?

Ağlardaki mahremiyeti korumak, yalnızca mahremiyet ayarlarıyla ilgili bireysel tercihlerle sınırlı değil; ifade özgürlüğü, demokratik katılım ve dijital çağdaki güç dengesi gibi daha geniş siyasi kaygılarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı. Devlet veya şirketler tarafından yapılan sınırsız gözetim, muhalefeti bastırabilir ve bireylerin siyasi tartışmalara korkmadan katılma yeteneklerini sınırlayabilir. Birden bire o yerde gayri kanuni konuma düşürülebilirsiniz. Yanlış bilgilendirme kampanyaları ve mikro hedefleme yoluyla kişisel verilerin silah haline getirilmesi, demokratik süreçlere doğrudan bir tehdit olabilir mi? Ağlardaki mahremiyeti korumak, sağlıklı ve eşitlikçi bir kamusal alanı sürdürmek için hayati öneme sahip gibi görünüyor.

Bu karmaşık zorluğu düzenlemek, bireysel sorumluluğu hayli aşan siyasi bir yaklaşım gerektiriyor. Sayısal okuryazarlık ve bilinçli rıza önemli olsa da sosyal medya platformlarına ve daha geniş veri ekonomisine gömülü yapısal güçler sistemik çözümler gerektiriyor. Bu da Bağlamsal Bütünlük ilkelerini eylem planına alınmasını, kapsamlı ve uygulanabilir veri koruma yasalarının yürürlüğe konulmasını, sosyal medya şirketlerinden daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik talep edilmesini, düzenleyici kurumlarıni gerekli kaynak ve yetkiyle güçlendirilmisini, veri hakları ve çevrimiçi etkileşimin etkileri hakkında kamu eğitiminin teşvik edilmesini içeriyor.

Mahremiyeti temel bir siyasi mesele olarak kabul etmek, dijital çağda yeniden söz sahibi olmanın önemli bir adımı gibi görünse de bizim gibi toplumlarda mahremiyet, kardeşinizin/kuzeninizin aile ağacını, fotoğrafları sitelere koyması ile kolaylıkla kırılabiliyor. Bireysel haklara saygı duyan, demokratik değerleri destekleyen, daha adil ve eşitlikçi bir bilgi toplumu inşa etmek için politikacılar, bürokratlar, teknokratlar ve duyarlı/bilgili vatandaşların ortak çabası gerekiyor. Sürekli veri toplayan, bundan yeni veriler oluşturan ağlar kümeslerinde yemlenen bizlerin temel mahremiyet haklarının bağlantı ve kâr arayışında olanların aşındırmamasını sağlamak için adil ve tutarlı siyasi bir yapı yeterli olur mu?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu