“Teknolojisiz eğitim verilmesi mümkün değil”

Bahçeşehir Üniversitesi CIO’su Melih Giray Gökhan, üniversitenin IT ihtiyaçlarının üstesinden gelirken, tecrübeleri kendisine yol  gösteriyor. Gökhan, eğitimin artık yoğun olarak IT’ye ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor.

Bugüne kadar bir üniversite CIO’su ile hiç röportaj gerçekleştirmedik. Bahçeşehir Üniversitesi CIO’su Melih Giray Gökhan’ın görevleri de bu nedenle biraz daha farklı. Bahçeşehir Üniversitesi CIO’su Melih Giray Gökhan, Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunu. Bilgisayar geçmişi ise 80’li yılların başına, o yıllarda kullanılan bilgisayarlara dayanıyor. “O zamanlar, Basic gibi dillerde programcılık yaparak bilgisayarlarla aşina olmaya başladım” diyor Gökhan. Boğaziçi Üniversitesi’nde sabit disksiz bilgisayarlarla ve bilgisayar kullanıcı gruplarıyla çalışan Gökhan, bilgi işlem merkezinde gönüllü, yardımcı, stajyer, asistan öğrenci, asistan, bilgi işlem teknik müdürü ve bilgi işlem müdürü olarak 2004 yılına kadar devam etti. 1989 yılında öğrenci olarak başladığı Boğaziçi Üniversitesi hayatına 2004 yılında nokta koydu. 2004 yılından itibaren ise Bahçeşehir Üniversitesi’nde görev yapmakta. “B harfi ile başlayan üniversiteleri tercih ettiğini” söylüyor Gökhan, tabii gülümseyerek.

Bahçeşehir Üniversitesi’nin kökeninde Uğur Dershanesi ve Bahçeşehir Kolejleri var. Mütevelli heyeti, vakıf üniversitesini kurduktan sonra Beşiktaş’a taşımış. 1998 yılında kurulan BAU, “İstanbul’un kalbinde bir dünya üniversitesi” sloganıyla 2023 yılında dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına girmeyi hedefi ile kuruldu.

Gökhan, hızlı değişime 2004 yılında katıldı ve süreci şöyle özetliyor: “Üniversite altyapısını bilen biri olarak başladım. Boğaziçi’nde yıllarca, sıfırdan başlayarak çalıştığımı söyleyebilirim. Çok basit, teknik servis işlerinde de çalıştım, daha sonra bilgi işlem yönetimine kadar çıktım. Aynı operasyonları, burada adapte edip, üniversite bilgi işlemini, burada üniversitenin gelişimine uygun olarak şekillendirdim. Bahçeşehir Üniversitesi’nin enteresan bir yapısı var. Benim görüşüm, aşırı dinamik. Aşırı kelimesini özellikle kullanıyorum, bazen yetişmek mümkün olmuyor. Ben bir bilgi işlemciyim, bilgi işlem aslında bilgisayar, teknoloji ve hızdır. Bazen şöyle söyleyeyim, sabah kalkıyorum üniversite değişmiş.”

Üniversite de yaşanan hızlı değişimlerden bahsederken, son bir yıl içinde gerçekleşen “Uluslararası kampüsler” projesine değiniyor Gökhan: “Üniversitemizin mütevelli heyeti ve yönetimi, bu konuda bayağı aktif ve proje üretme konusunda canlı. Şu an Berlin’de, Toronto’da ve Washington DC’de bir kampüsümüz var. Palo Alto’da yeni bir noktamız açıldı, o da kampüs haline gelmek üzere ve Hong Kong’da da yine bir kampüs, şu an çalışması sürüyor. Bunların haricinde Roma’da ve Fransa’da da bir kampüs düşünülüyor ve altyapısı çalışılıyor. Büyük ihtimalle Paris’te, yeni bir kampüs açılacak.”

Uluslararası çalışan üniversiteler bu tür yurtdışı kampüslere sahip. Bu kampüslere başvuruyor ve belli kriterleri sağlıyorsanız, o kampüsün verdiği dersler veya bölümlerle ilgili girişleri yapıp, daha sonra belki ana merkez üniversitede son senenizi veya birkaç senenizi okuyabilirsiniz. Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki uygulamanın da buna benzer olduğunu belirtiyor Gökhan; “Genelde, öğrencilerimizi buradan, Türkiye’den oraya yolluyoruz. Şu anda Berlin’de ve Washington DC’de öğrencilerimiz var. Toronto’da da başlayacak. Orada bir kısım, yine işbirliği içinde çalıştığımız üniversitelerden dersler alıyor. Oradaki derslerini verdikten sonra, buraya geliyor tekrar devam ediyorlar. Veya orada da başvuran öğrencileri, oradan da alıp tekrar buraya getirme gibi şu an uygulamalar sürüyor. Bu aslında bizim üniversitenin şu an en dinamik hali olduğunu söyleyebilirim. Çünkü aslında bayağı etkileşimli bir proje.”

Farklı ülkelerdeki altyapıları yönetmek

Dünyanın farklı noktalarındaki bu ofislerin IT altyapıları İstanbul’dan yönetiliyor. Gökhan, bu konuda şunları belirtiyor: “Eğitim bilgi işlemin direkt ilgi alanına girmiyor. Ama eğitim, teknolojiyle veriliyor. Yani hocanın artık ders anlatması, akıllı tahtalardan, projektörlerden ve bilgisayarlardan geçiyor. Berlin kampüsünü örnek vereyim, en taze örneğimiz o şu anda. Berlin kampüsünde, bizim üniversitenin altyapısının bir küçük minyatürü söz konusu. Berlin’in, IP telefon sistemi var. Telefonları buradan, bizim dahili numaralarımızı kullanıyorlar şu anda, İstanbul numarası kullanıyorlar. Siz, İstanbul’dan bir numara arayarak, Berlin Kampüsüne ulaşıp, Berlin kampüsüyle dahili olarak konuşabiliyorsunuz. Ayrıca, Berlin tabii kendi içinde bir telefon yapısı var, Almanya’ya ait bir yapı var. O yapıdan da kendi Berlin içindeki görüşmelerini gerçekleştiriyorlar. Aynı yapıyı, diğer şubelere de şu an kuruyoruz. Tüm bu şubeler, tek bir telefon sistemi altında birbirine bağlı olacak. İnternet erişimlerini lokalde çözüyorlar. Yani lokal servis sağlayıcılarından internetlerini alıyorlar. Ancak bizim oraya koyduğumuz cihazlarla aradaki iletişimi internet üzerinden sağlıyoruz. tüneller kuruyoruz. Hem ses transferini, hem de görüntü transferini ki şu an özellikle mütevelli heyetinin talebi o; her noktamıza, video konferans cihazları kuruyoruz. Almanya’yla şu an, direkt video konferans üzerinden, ki üniversitemizde şu an, 3 farklı noktadan video konferans yapılacak bir yer var, Almanya’yla karşılıklı eğitim yapabilecek durumdayız.”

Markaya güven

Gökhan, teknolojide bir markayı seçip ona güvenme taraftarı olduğunu belirtiyor. Bunun tecrübeleriyle de ilgili olduğunu kaydediyor; “Daha önceki iş hayatımda da, değişik markalarla çalıştım. Çalıştığım yerin tarzına ve eğilimine göre, başka markalarla çalışabiliyorsunuz. Ama Cisco’nu ilk piyasaya çıktığı zaman itibariyle düşünelim, 1990’lar itibarıyla, Boğaziçi’nde kullandım. Daha sonra buraya ilk geldiğimde seçim süreci devam ediyordu. Ben direkt Cisco bundan sonrası diye direttim açıkçası, benim diretmemdir. Akabinde tüm üniversite altyapısını Cisco’ya dayandırdık. Yüzde 99.9 Cisco. Yani bunu açıkça söylüyorum. Neden diye soracak olursanız, tecrübelerim Cisco’yla kurulan bir sistem doğru kurulduktan sonra. Tabii yanar, kırılır, su dökülür gibi dış etkenler olmazsa veyahut kuruluş aşamasında bir yanlışlık yapılmadıysa, insan gücünü minimum gerektirerek, çok stabil çalışıyor. Cihazlar çok uzun ömürlü, yani kullan-at modelinde değil. Çalıştırdığı elemanlar, iç destek amacıyla, gerek Türkiye’deki Cisco açısından tanıdığım insanlar, hepsiyle direkt diyaloğum var.”

En büyük Cisco altyapısı

Türkiye’deki üniversiteler arasında en büyük Cisco altyapılarından birine sahip olduklarını söyleyen Gökhan, İstanbul’da bulunan 3 ana kampüslerinin altyapılarının da komple Cisco olduğunu ekliyor.

Üniversitelerin öğrencilerine genellikle cihaz verdiğini, bunların yönetiminin de güç olduğunu bu konudaki fikirlerini sorduğumuzda, Gökhan şu şekilde yanıtlıyor: “Bahçeşehir Üniversitesi kuruluşundan beri öğrencilere bilgisayar veren üniversiteler arasında değil. Kendi içimizde bilgisayar laboratuvarlarımız var. O açıdan daha çok devlet üniversitelerinin yapısına benziyor yapımız. Öğrencilere laptop verip vermeme konusunda yönetim bazı dönemlerde bunu düşündü.

Ancak bunun uygulamada çıkaracağı sorunlar çok fazla. En baştan bu yapıyı bu şekilde düşünmediğimiz ve laboratuvar bazlı düşündüğümüz için açıkçası bu dönüşümü düşünmedik. Ancak onun yerine yakın zamanda şöyle bir şey düşünüldü; Uzak doğuyla bağlantılarımız var, Hong Kong bağlantımız da asıl bu noktadan geliyor. Öğrencilere tablet vermek. BUTAB diye bir projemiz var. Bahçeşehir Üniversitesi Tablet diye bir proje var. Öğrencilere tablet verme, yani direkt eğitimde, ders ortamında kullanmak. Bilgilerin paylaşımı esaslı. Öğrencinin bizle iletişimini sağlayacak yazılımları içeren bir tablet verme projesi şu an var.”

Tablet projesinin tarihi henüz belli değil

Öğrencilere tablet vermek ile ilgili niyetlerinin hayata geçmesi üzerine çalışmaların olduğunu vurgulayan Gökhan, ancak henüz yüzde 100 karar vermediklerinin de altını çiziyor; “Şu tarihte yapabiliyoruz veya yapamıyoruz gibi bir yaklaşım yok. Tabii aynı anda yazılım tarafında da çalışıyoruz. Üniversiteye destek veren yazılım gruplarımız var. Onlar da o tabletler için yazılım üretme, o yazılımları geliştirme ve bir entegrasyon süreci olması lazım. Her öğrenciye tablet verirsen, bunun sonucunda o tabletlerle bazı ilişkiler olmalı. Bunların organizasyonu için çalışmalar sürüyor, öyle 1-2 ayda bitebilecek bir şey değil. Tablet üretmek işin en kolayı zaten, parçaları birbirine bağlıyorsunuz.”

Cloud

Cloud konusundaki tasarruflarını da paylaşan Gökhan, öncelikli olarak herhangi bir kurum ile bir üniversitenin bu konuya yaklaşımının farklı olduğunu belirtiyor: “Cloud ile ilgili ayrı ayrı yaklaşımlarımız var. Merkezi yapıda, kapalı ve muhafazakar bir sistem kullanıyoruz. Yani iç yapımız dışarıya kapalı. Tabii burada 2 ayrı şey düşünmek lazım. Bir özel şirketle bir bankayla veya herhangi bir özel kurumun yapısıyla üniversitenin yapısının farklı olması gerekiyor, en büyük farklılık da burada çıkıyor. Öğrenciler ve akademisyenler serbestlik istiyor. Haklılar da, çünkü araştırma geliştirme ortamı bekleniyor, üniversitenin anlayışı budur. Eğer IT anlamında olayı fazla sıkmaya başlarsanız, bu bir şeyleri engelliyor muhakkak, bir yerlerde bir tıkanıklığa yol açıyor. Ama öte yandan da IT yönetimi bazında bir güvenlik sağlanması, bir otorite sağlanması ve sistemlerde bir kontrol sağlanması gerekiyor. Çünkü dediğim gibi 15 bin küsur öğrenci ve bunlara servis veren bir sürü personel var. Bu karmaşa, kaos arasında sistemler patlayabilir. Kötü niyetli birileri girebilir, birileri yanlışlıkla bir şeyler yapabilir ve dolayısıyla belli bir miktarda serbestlik ve belli miktarda kontrollüğün dengesini bulmak gerekiyor. Üniversite ortamında bu zor. Kurumsal alanda bu daha kolay. Kararları verirsiniz, uygularsınız. Çünkü o şirketin yapısı bellidir. Kimse araştırma geliştirme görevinde değildir. Araştırma geliştirme departmanı varsa da, o departman zaten özerktir, ayrıdır veya izoledir. Ama bizim öyle bir yapımız yok. Biz iç içeyiz. Personel de burada, öğrenciler de burada, akademisyenler de burada. Akademisyenlerin yanında öğrencisi çalışıyor, asistanı çalışıyor, asistanı onun bilgisayarını kullanıyor, o onun laptopunu kullanıyor. Güvenlik bu yapıda oldukça zor. Uygulaması da zor, idari kararların verilmesi de zor. Daha evvel Boğaziçi Üniversitesi’nde de aynı zorlukları yaşadım. Burada da yine yaşadık ama belli bir denge kurmak için yapılması gereken bazı çalışmalar var.”

Güvenlik
Güvelik ile ilgili katmanlı bir yapıya sahip olduklarını belirten Gökhan, bu yapıyı da şöyle tarif ediyor: “Muhafazakar yapımızda dışarıya pek bir açılım yok ama daha bir dış çerçevemiz var. Daire gibi düşünelim, bir küme, kümenin dışında daha büyük bir küme. Orada dışarıyla bir iletişim yapan, öğrencilere servis veren, yazılımlar, destek veren sistemler ve öğrenci kayıt sistemleri gibi uygulamalar var. Dünyada uygulanan bu, bulut sistemini kısmen, çok aşırı güvenlik ve muhafaza gerektirmeyen sistemlerimiz için kullanmaya başladık. Tabii bulut sisteminin ülkemizde kat etmesi gereken bir mesafede var. Türk firmaları tarafından servis olarak verilmeye başlandı. Biz yurtdışında bulunduruyoruz kendi uygulamalarımızı daha çok. Türkiye’deki firmalarda da görüşüyoruz. Onlardan da belki bazı konularda destek alacağız ve bu ortamı ortamı bizde daha yoğun olarak kullanmaya başlayacağız. Ancak belirttiğim gibi merkezi bir noktamız var. O nokta buradan hiçbir zaman çıkmayacak bir nokta, kapalı devremiz. Kendi merkezimizi işleten sistem.”

Üniversite, teknoloji ve dinamizm

Üniversitenin dinamizmi tüm IT’yi etkiliyor. Dinamizm belki de en önemli parça. Tabii bunun dezavantajları da yaşanıyor. Şöyle özetliyor Gökhan: “Elimizdeki bir teknoloji daha ömrünü doldurup, ona biz eskidi diyemeden, yeni bir teknolojiye heveslenme gibi bir durum oluşuyor. Aslında çok güzel bir şey, teknolojiye yatırım yapıyoruz. Üniversitemizin bu konuda böyle yatırım yapmayı seven, teknolojiyi getirelim diyen bir kadrosu olması, yönetimi olması çok pozitif bir olay. Bu öğrencilerimize de aslında yansıyor. Şöyle ki, idari kadronun elinde kullandıkları sistemleri onlar görüyorlar. Gördükleri şeyleri kendileri kullanmak istiyor. Öğrencilerimiz de teknolojiye yatırım yapıyor. Bu şekilde aslında bir öğrenciyle yönetim arasında etkileşim oluşuyor. Ve teknolojimizi, açıkça söylemek gerekirse, Türkiye’de birçok üniversitenin önünde tutuyoruz. “Bunu beş sene kullanalım, iyice eskisin” diyen bir grup değiliz. Bir ya da iki sene içinde, “Bunun çok daha yenisi çıktı, biz bunları niye kullanmıyoruz?” diyen bir grubuz.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu